Yerebatan Sarnıcı’nda açılan “Yeraltı Kapıları” sergisi, 6. yüzyıldan kalma bu tarihi mekanın karanlık ve büyüleyici doğasını, Çek heykeltıraşlar Vlastimil Beranek ve Jaroslav Prosek’in kristal heykellerinin yer aldığı Platon mağarası alegorisiyle birleştiriyor.
Yer altı kendine özgü sistematik düzeniyle yüzeyden ayrılmıştır. Karanlık ve kaotik yapısıyla dünyanın gizemli derinliklerine dair farklı hikayeler ve inançlar geliştiriyor.
Yunanlıların Hades’i, Romalıların Plüton’u, Mısırlıların Osiris’i, İskandinavyalıların Hel’i gibi figürler, yeraltı dünyasının karmaşık ve büyüleyici doğasını anlamak için farklı bir kapı açtı.
Şimdi bu kapılardan biri de 6. yüzyılda Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus tarafından yaptırılan, 80.000 ton su kapasitesiyle sakin bir okyanusu andıran tarihi sarnıç Yerebatan Sarnıcı’nda açıldı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), İBB Miras, İBB Kültür ve Çek Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu işbirliğiyle düzenlenen “Metro Kapıları – Geçit ve yansımayla mekana dokunmak; Vlastimil Beranek”, Çek heykeltıraşlar Vlastimil Beranek ve Jaroslav Prosek’in özel kristal heykel seçkisini Yerebatan Sarnıcı’nda bir araya getirdi.
Artık Yerebatan Sarnıcı olarak da bilinen bu yapıda böyle bir serginin düzenlenmesi fikrinin, sergiyi benzerlerine göre daha etkileyici kıldığı söylenebilir. Başarılı bir restorasyonun ardından yeniden ziyarete açılan sarnıçta yer alan eserler, parlak renkleri ve özel ışıklarıyla büyüleyici bir hal alıyor.
Eserler aynı zamanda mekânla pek çok açıdan bütünleşiyor. Sergilenen suyun içine yerleştirilen kristal heykellere hayat veren cam, şeffaflığı ve sağlamlığıyla Yerebatan Sarnıcı’nın iki temel malzemesi olan su ve taşla diyalog kuruyor.
Sağlamlığıyla bilinen taşlar bu sergide geçirgenliği ve kırılganlığıyla öne çıkıyor.
Aynı zamanda Prosek’in sanat eserlerinden biri olan gizemli fosil altı meşe gövdesi de mekanla özdeşleşiyor. Yaklaşık 6.500 yıllık bir geçmişe sahip olan fosil altı meşeler, günümüzde dünyanın en değerli ahşap malzemelerinden biri olarak kabul edilmekte ve yerin 6-8 metre derinliklerinde bulunmaktadır.
Bu bağlamda tüm çalışmalar yer altı kavramıyla ve ona özgü sistemle özdeşleşerek bütünlük kazanıyor.
Küratörlüğünü Dr. Mahir Polat ve Miroslav Kroupa’nın yaptığı serginin teması Platon’un Mağara Alegorisi’ne gönderme niteliğinde.
Serginin açılış toplantısında Çek Cumhuriyeti’nin İstanbul Başkonsolosu Olga Hajflerova, iki ülke arasındaki köklü ilişkilere değinerek, “Böylesine tarihi bir yerde bulunmaktan son derece mutluyum.” dedi.
Çek Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Devlet Sekreteri Radek Rubes ise serginin önemine dikkat çekti.
Mahir Polat, “Sarnıcın günlük ziyaretçilerini de hesaba katarsak bu sergiyi 1 milyondan fazla kişinin ziyaret etmesini bekliyoruz.” Polat, sergide yer alan kristal heykellerin su ve taşla etkileşimi yoluyla önemli mesajlar vermek istediğini söyledi.
Mağara ve Medusa alegorisi
Bilginin doğasını ve gerçeği anlamanın zorluklarını anlatan derin bir metafor olan bu alegori, zincire vurulmuş insanların yalnızca mağara duvarına yansıyan gölgeleri görebildikleri, bu gölgelerin gerçekliğin basit yansımaları olduğu bir durumu anlatır. Mağaradan çıkan kişi başlangıçta dış dünyanın ışığına alışmakta zorluk çeker ancak zamanla gerçek dünyayı ve güneşi görür ve gölgelerin gerçeklikten uzak bir yansıma olduğunu fark eder. Bu kişi mağaradaki diğer insanlara gerçek bilgiyi aktarmaya çalışır ancak yalnızca gölgeyi gerçek kabul edenler için anlaşılmaz hale gelir.
Ziyaretçilerin gözbebeği olan sarnıçtaki Medusa, efsanesiyle benzer bir yansıma hikâyesini çağrıştırıyor. Perseus’un kalkanını ayna gibi kullanarak Medusa’nın taş kesen gözlerinden korunması da bir gerçeklik yanılsaması olarak karşımıza çıkıyor.
Vlastimil Beranek’in geçmişe ve bugüne odaklanan cam çalışmaları, sarnıcın su ve taş dokusuyla etkileşime girerek su ve ışıkla, renk ve yansımayla Yerebatan Sarnıcı’nın dinamik “yansıma alanları”na dahil oluyor.
Jaroslav Prosek’in çalışmaları ise izleyiciyi yaklaşık 6000 yıl önce Mezopotamya’da üretilen ilk camın aynı döneme ait yarı fosil meşe malzemeyle buluştuğu tarihe götürerek kendimizle, kolektif hafızayla ve bugüne dair sorular uyandırıyor. .
Serginin kapıları 30 Kasım’a kadar ziyaretçilere açık kalacak.